28 Haziran 2021 Pazartesi

Bahçe Sanat İnisiyatifinin Doğaya Duyarlılığı ve Etkinlikleri Sunumu

*Sunumun youtube linki için:

https://www.youtube.com/watch?v=2BEDx_HPvsU&t=69s

(Aşağıda okuyacaklarınız sunumun metinleştirilmesi çabasıdır.)

 BAHÇE SANAT İNİSİYATİFİNİN DOĞAYA DUYARLILIĞI VE ETKİNLİKLERİ

Doğa üzerine duyarlılığımızı ve Bahçe Sanat inisiyatifi sürecini anlatırken ekranda da ilk sergimizin proje duvarından görselleri de size göstermeye çalışacağım.  

Öncelikle kendi duyarlılığımdan bahsetmek yerinde olacaktır belki de. 

Yemyeşil Zonguldak’ın doğaya saygılı bir bölgesinde ve zamanında, çocukluğunu ve gençliğini ağaç tepelerinde geçirmiş, gece yatmak dışında tüm vaktini ve tüm eylemlerini dışarıda, prefabrik ahşap evimizin bahçesinde geçirmiş biri olarak doğaya ve sanata bakışım Baudelaire’ci anlamda romantik diyebilirim. Bir hissetme biçiminin, bir içsel gerekliliğin imgesi olan sanat!

Yaşamım boyunca küçük olsun büyük olsun, çıkmazlarla, açmazlarla karşılaştığım her an bireysel olarak odağımı doğaya ve sanata yönelttim. Toplumsal olarak çok mümkün olmadığının farkında olsam da bu bağlamda ;

 ‘sanat bizi kurtaracak’ diyen romantiklerden olmayı bilinçli olarak tercih ediyorum.

Yine, İngiliz romantiklerinden, doğanın iyileştirici gücüne inanan ve bana da iyi gelen William Wordsworth’ten bir şiir paylaşmak isterim burada.


İlkel kültürlerde doğanın parçası olarak yaşayan insan, doğanın akışkan kuvvetlerinden kaçıp yerleşik hale geldiğinde, kendisine çitlerle çevrili yerleşimler inşa etmiş ve vahşi doğa içinde evcil bahçeler yaratmıştır. Bitkilerin ve hayvanların yanı sıra insanın kendini de evcilleştirdiği korunaklı güvenli alanlar.

Ancak doğa ile baş edebilmek niyetiyle çıktığı bu yolda Modern insan, teknolojik gelişmeler ile insanlığı aydınlığa ulaştırmayı amaçlarken, doğaya hükmetmeye başlamış ve yoldan çıkmıştır. Doğaya yapılan her müdahele insanın doymak bilmeyen arzularını pekiştirmiş, küreselleşmenin getirdiği düzen doğayı ve tabi insanı da bir metaya indirgemiştir. Doğa özne olmaktan, nesneye olmaya- edilgen bir konuma indirgenmiştir. Tarihsel süreçte bu kritik nokta çok tartışılmış olmakla birlikte, egemen güçlerin dikkatini çekecek birçok olay da gündeme gelmiştir ve gelecektir de. Sanırım küreselleşme çarkına girmemiş, toprakla bağı henüz kopmamış topluluklar bunu dile getirmekte daha özgürler.

Koronavirüs ile başlayan pandemi süreci ile bir seneyi aşkın bir süredir evlerimize yani güvenli alanlarımıza çekildik. Doğa kendisine tahakküm eden insanı evlerine hapsederek bir ölçüde durdurmayı başardı, sanıyorum. Dolayısıyla doğanın önemini ve gücünü kavramış olmak kaçınılmaz artık. 

Beni çok etkileyen ve Ekoloji hareketlerine büyük ilham kaynağı olduğu gibi Bahçe sergilerine de ilham kaynağım olan bir mektuptan alıntı yapmak istiyorum.

Bu mektup, 1854’te Kanada’nın Kızılderili topraklarını satın almak istemesi üzerine, Kızılderili şef Seattle tarafından yazılmış. Mektubun tamamını ayrıca okumanızı salık veririm. Mektubundan çok bilinen sözleri şöyle;

 “Bildiğimiz şudur: Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi birbirine bağlıdır. Dünyanın başına gelen ne varsa dünyanın evlatlarının da başına gelir. Hayatın kumaşını dokuyan insan değildir; kumaştaki bir iplikten ibarettir o. O kumaşa ne yaparsa kendine de aynını yapmış olur.”




Elbette tüm bu inançlı direnişlere rağmen,
egemen güç-
beyaz erkek erkini sürdürebilmek adına tavrını sürdürür.


Dolayısıyla, Zamanla doğaya yabancılaşan insan

özüne de yabancılaşır. Doğayla, toprakla bağlarımızı yeniden güçlendirmek, özümüze dönmeyi getirecektir diye düşünüyorum. 
ekofeminist yaklaşımlara da göz kırpıyorum burdan. ;)

Doğanın ve sanatın iyileştirici gücüne inanan

romantiklerden olduğumu belirtmiştim daha önce :) 

Bildiğiniz gibi, Anadolu’nun kadim kültüründe de doğa başat rol oynar. Atalarımızın bir ağacı kesmeden önce özür dilediği noktadan, ormanlarımızın dümdüz edildiği bir noktaya geldik. maalesef... Bu noktada ise insan kendini yok ettiğinin, kendini ateşe attığının farkında değil sanki.


Özünden kopmasıyla hastalanmaya başladı insan. Hasta dünyanın hasta olduğunun bilincinde olmayan insanları.

Şehir yaşamının karmaşası küreselleşen dünya düzeninin getirdiği yaşam tarzı kendimiz dışındakini ötekileştirmemize neden oluyor.

Doğanın parçası olduğumuzu, ancak o var oldukça var olabileceğimizi unutuyoruz.  Bunu hatırlamak ve hatırlatmak Doğa’ya olan borcumuz!



Böyle bir söylemi yüksek sesle söyleyebilmenin en güzel yolu ise birlikte söylemektir diye düşünüyorum. Biz Bahçe kolektifi sanatçıları olarak Birbirine dirsek mesafesinde çalışan arkadaşlarız. Doğa üzerine bu bağlamda düşünmek, üretmek, sorgulamak adına beraber ürettiğimiz bir proje olarak başladı BAHÇE.


Doğa ile alışveriş, doğaya öykünme sanatın, sanatçının sıklıkla kullandığı mecra olmuştur. Bahçe projesine gelirsek sanatçıların kendi gözünden doğa yorumu, doğa ile alışverişi, doğa kaygısı söz konusu… 

Sanatçının üretim alanı olan atölyesi, arka bahçesidir bir anlamda. Var olmak kaygısını yaşadığı, sorguladığı, eskizleriyle düşündüğü, eserlerini olduğu kadar düşünsel materyallerini de istiflediği mekandır aynı zamanda atölyesi, yani arka bahçesi.



Bu söylemin güzel bir tanımını ilk sergimiz üzerine Can Aytekin’in kaleme aldığı yazısından alıntılamak isterim.

“Bahçe öncelikle sınırlandırılmış ve biçimlendirilmiş bir doğa parçasıdır. Bu sınırlandırılmış yani kadraja alınmış alan, bize fiziksel olduğu kadar zihinsel nitelikte de bir çerçeve sunmaktadır. Bahçe, semantik açıdan, dünyanın geri kalanından ayrı, kuşatılmış ve özel bir yeri anlatır.”

Bahçe, İlk uygulama fırsatı olarak Artist 2014 Tüyap Sanat Fuarı için hazırladığımız projenin adıdır aslında. Fuar mekanı, Projenin tasarlanmasıyla ilgili önemli bir unsur oldu. Sanat fuarları bildiğiniz gibi pek çok galerinin yan yana çerçeveli işler sergilediği mekanlar olarak izleyicinin bir süre sonra pek bir şey görmeden geçip gittiği koridorlara dönüşür.

Sesimizi daha etkili duyurmayı amaçladığımız bu projede, fuar ortamından koparmak istedik izleyiciyi. Bunu yapabilmenin yolu projenin bütününe kavramsal bir boyut ekleyerek mekanı dönüştürmek oldu. 7 sanatçının kendi kişisel bölümlerinin bir koridor etrafında bir araya gelmesiyle birlikte, büyük bir Bahçe oluşturduğu bir mekan tasarımı söz konusu. 


Bu projede, Sanatçının sanatla ortak paydası ‘doğa’ ve her sanat eseri öncesinde doğaya sorulmuş bir sorunun cevabı.


Bahçe projeleri sergilerinde sergi mekanı, sergileme şekli ve işler bir kavram bütünü oluşturur, katmanlı bir sergi sunar. Sergilerimizde işlerin ve mekanın izleyiciyi duraklatmasını, kuşatmasını ve sorgulatmasını önemsiyoruz. Bu bağlamda özellikle büyük boyutlu işlere yer vermeyi tercih ediyoruz. 

Tüyap Sanat Fuarı her kesimden izleyicinin katılımını olanaklı kıldığından geniş bir çerçevede etkilerini izleyebildiğimiz sergiler yapmamız mümkün oluyor. 

Mekanın büyük boyutlu işlerle oluşturulduğu ve çevrel görme ile izleyiciyi içine aldığı bu sergi sırasında izleyicilerin ‘Bahçe’mize girip uzunca vakit geçirebildiklerini, hatta çıkmak istemediklerini görmek önemli ve heyecan vericiydi. 


Aşağıdaki görselde, 3 boyutlu gözlüklerle izlenebilen Çağdaş Şahin’e ait eserleri izleyen çocukları görüyoruz. 3 boyutlu gözlüklerin ve filmlerin henüz yaygınlaşmadığı bir zaman diliminde karşısındaki eserin durduğu yere göre bir- bir buçuk metre öne gelerek boyutlanması özellikle bunu ilk kez deneyimler çocuklar açısından da şaşırtıcı ve heyecan vericiydi.


Metnin başında yer alan görsellerden, proje alanının dış duvarından özel olarak bahsetmek istiyorum. 


 


13 metre uzunluğunda olan bu duvarı, sanatçıların eskizleri, ilham aldıkları görseller, yazılar, şiirler, atölyelerinde bulunan kuru dal gibi doğa parçaları ve ürettikleri küçük boyutlu işlerle sergi mekanında oluşturulan kolektif bir kolaja çevirdik. İzleyicinin süreci, Projenin gelişim aşamalarını, sanatçıların düşünce referanslarını görmelerine olanak veren bir kolaj. 


Bahçe projesinin, sergilerin ötesinde bir kolektif çalışma bir süreç olmasını arzuladık başından beri. 2014 Aralık ayında Kartal Disk Meslek lisesinin daveti üzerine grafik bölümü öğrencileriyle bir sunum ardından keyifli bir atölye çalışması yaptık. 


Öğrenciler, sanatçılarla birlikte çalışarak farklı malzeme ve tekniklerle kendi bahçelerini yarattılar.





İkinci sergi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi Sergi Salonu’nda 29 Nisan - 14 Mayıs 2015 tarihleri arasında Fakültenin akademisyenlerinin de katılımı ile daha geniş bir perspektifte gerçekleşti. Doğanın bizi, bizim doğayı etkilediğimiz alanlar; doğanın dönüşümü, özü, tahribi, tekinsizliği işlerin ana fikrini oluşturuyor.



Bahçe Projesi bulunduğu mekana göre şekil değiştiren bir yapıya sahip oldu. Bu sergide resimlerin yanı sıra, baskıresim /üç boyutlu pigment baskı, video enstalasyonu, yerleştirmeler, ses tasarımı, heykel ve fotoğrafın da kullanıldığı çalışmalar bulunuyordu. 





Eskişehir’deki Bahçe Sergisi daha büyük bir mekanda gerçekleşti. İçinde dolaşılabilecek, birbirine geçitler veren işler bir sonraki projemizin de şekillenmesine olanak verdi. Artist 2015 Tüyap Sanat Fuarı için çalışmaya başlamıştık bile…



Bir proje adı olarak kullandığımız Bahçe, artık grup adımız (Bahçe Sanat İnisiyatifi) olarak evrildi. Artist 2015 teması “Geçmişe Tanıklık”. Bu sergide, Geçmişe tanıklık konusunu kendi geçmişimiz yani yaşamımız olarak yorumlayarak Labirent imgesini metafor olarak kullandık. Bu bağlamda mekanı bir Labirent imgesi ile çözümledik. 


 Bu çözümlememizin yorumunu sergimize yazısı ile katkı veren Rahmi Öğdül’den alıntı yaparak açıklamak isterim.

“Bahçe Grubu “Labirent” sergisinde hem mekânı bir labirent formunda örgütleyerek hem de bir labirent gibi kendini bize açan sanat yapıtlarını, bu labirentin kıvrımlarına yerleştirerek anlamı ve mekânı birbiri üzerine katlamış. Sergi, mekânın ve yapıtın kıvrımları arasında dolaşmamıza ve kıvrımları açtıkça kendi anlamlarımızı devşirmemize olanak sağlıyor. İnsan da bir kıvrımdır; yeryüzü denilen çok merkezli ve yolları sürekli çatallanan kıvrımlar denizinde bir kıvrım. “Labirent” sergisi bizi kendi labirentimizin kıvrımlarında, koridorlarında dolaştırırken, anlam dolaşıklıklarını açarak kendi patikalarımızı yaratmaya davet ediyor ve sonunda her birimizin bu sergiye, doğamıza, bahçemize dair farklı anlatıları olacak. Ve anlattıkça sözcüklerin labirentinde dolaşırken bulacağız kendimizi.”


Artist 2015 Tüyap Sanat Fuarında Labirent sergisiyle 200m2lik bir alanda izleyicinin farklı kapılardan girip çıkabildiği, içinde dolaştığı, zaman zaman kaybolduğu yine eserlerle oluşan bir mekan tasarımı var. İlk görselde dış yan duvarlara 10x10cmlik fotoğrafları birleştirerek oluşturulan Labirent sergi mekanının şemasını görüyorsunuz. Bu fotoğraflar aynı zamanda sanatçıların işlerinden detaylar, eskizler gibi esinlendikleri çeşitli görsellerden oluşuyor. 


 Bu sergi alanı;  tıpkı bir labirentte olduğu gibi sarmal bir çıkmaz, dar geçitler, çıkışı olmayan bir karanlık oda, birden kendinizi dışarda bulabileceğiniz farklı kapılar ve sonunda kocaman geniş bir bahçe olan açık alandan oluşuyor.


Yine mekan içerisinde sergi kurulumu sırasında oluşturulan, sanatçıların atölyelerinden getirdikleri doğal malzemelerle oluşturulmuş kolektif bir enstalasyon da mevcut. 

"geçit vermez alan/ engelli geçit"


Önemli bir nokta; Proje aşamasında mekan tasarımı yapıldığından işler önceden belirlenen boyutlarda sanatçıların kendi doğa duyarlılıkları bağlamında çalışılıyor. 


Gördüğünüz sarmal çıkmaz da dikeyde sabit 70cm. olan işlerin siyah boyanan şerit boyunca neredeyse aralıksız yanyana asılmasıyla oluşturuldu. Farklı malzemelerle oluşturulmuş farklı sanatçıların işleri koridor boyunca ilerlerken tek bir iş gibi okunarak, tıpkı insanın tehlikeli bir durumla karşı karşıya geldiğinde hayatının bir film şeridi şeklinde gözlerinin önünden geçmesi metaforuna gönderme yapmayı amaçlamıştır. 

Sarmalın sonundaki çıkmaz LCD ekranda Gülsün Toker'e ait bir video art ile sonlanıyor.

Dilek ağacı:  İlk Bahçe sergisinde izleyiciden korkularını bir kağıda yazıp video-art alanındaki kutuya atmalarını isteyen sanatçı, Labirent sergisinde bunları kahverengi ve siyah kağıtlara bastırarak ağaç dallarına asmıştı. Bu sergiye gelenlerden o korkulardan birini çözüp, yerine renkli kağıtlara, o korku sahibi için bir dilek yazmalarını istedi. Renksiz kağıtlardaki korkular, renkli kağıtlardaki dileklere dönüştü.



Deneysel oda: Deneysel Oda dediğimiz alanda 128 adet küçük boyutlu iş sergiledik. Burada sergilenen monotiplerin bir kısmı sanatçıların Aslıhan Kaplan gravür atölyesinde birlikte gerçekleştirdikleri atölye çalışmasının sonucudur. 



2016 Nisan’da Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi Galerisi’nin 500m2lik sergi alanında yine mekanın şartlarını değiştirerek oluşturduğumuz geniş bir sergi gerçekleştirdik. Çok daha büyük bir oyun alanımız vardı artık. Bahçemiz daha büyük, koridorlarında rahatça dolaşabileceğiniz ancak farklı açılardan farklı sanatçıların işlerinin, birbirinin içinden arasından göründüğü çok perspektifli bir okuma sağlıyor.



Bir ay süren sergi süresinde İstanbul’un diğer ucunda farklı bir kesim izleyici ile buluştu Labirent Sergisi.


Artist 2016 “Umulmadık Topraklar” teması altında göçmenlik üzerine düşünmek üzere çağrı yaptı.

Bu bağlam üzerine düşünürken “Gerçeklerden Ölmemek İçin” sergisine ilham olan,

“We have art in order not to die of the truth.” 

Sözünü Nietsche’den alıntılayarak başlamak istiyorum.


‘Gerçeklerden ölmemek için sanat var, sanata sahibiz’.




‘Gerçeklerden Ölmemek için’ sergisini anlatabilmek için Rahmi Öğdül’ün  Labirent sergisini yorumlarken yazısında kullandığı bahçe kavramını hatırlatmak istiyorum.

 “Bahçe mutlak düzeni, göksel kozmosu temsil ederken, çitlerin dışında uzanan vahşi doğa kaosa dönüşmüştür. Ve kaos ve kozmos arasındaki bu bölünme, insanın uygarlaşma sürecinde yakasını bırakmayacaktır. İnsan fethettiği alanları hep kozmosa, bahçeye dönüştürecek ve kaosun yıkıcı kuvvetlerinden kaçıp bahçenin uyumlu düzenine sığınacaktır.”


Yaşadığımız çağda, umutla umutsuzluğun, eskiyle yeninin, bireyselle toplumsalın sürekli çatıştığı, insanların kolaylıkla yok olup gidebildikleri acımasız bir dünyaya tanık oluyoruz. Bulunduğumuz kaos ortamında bireysel sanat alanlarımıza çekilmeye zorlanırken bunu kolektif bir bilince dönüştürerek varoluşsal bir durum sergiliyoruz. gerçeklerden ölmemek için sergisiyle.. Kaosun yıkıcı kuvvetleri özel alanlarımıza kadar girmiş durumda ve ‘Bahçe’nin sınırlandırılmış alan olmaktan çıkması, kozmosa dönüşememesi durumu söz konusu.


Gördüğünüz üzere, Tüm Bahçe sergilerinde sergileme şekli ve işler bir kavram bütünü oluşturur, katmanlı bir sergi sunar. Umulmadık Olanın Toprakları sergi çağrısı üzerine Bahçe Sanat İnisiyatifi deneysel tavrını verilen mekanı, kozmos ile kaos arasında salınan halatlar ve bu halatlar arasına asılan işler ile dönüştürerek gerçekliyor.


İşlerin birbiri içine girmesi, birbirine dahil olması ve sınırların kalkması yatay düzlemde oluşması beklenen kozmos yerine dikey düzlemde bir kaos oluşturur. İzleyici dolaşırken zorunlu olarak eğilerek, dönerek, başını kaldırarak fiziksel zorlamalarla karşılaşırken her görüş açısında işlerle buluşur.


İzleyici çapraşık alanlarda ağ oluşturmuş saydam yüzeyleri izlerken, aynı zamanda bölünmüş mekanlarla boşluk ve doluluk, sınır ve sınırsızlık ikilemleriyle sorgulamaya zorlanır. Farklı boyutlarda, farklı tekniklerde, en önemlisi farklılaşmış bireyselliklerin sınırlarının aynı platformda birbiriyle ilişkiye girecek şekilde, adeta tek bir organizmaya dönüşmesi söz konusu.



“Hiçbir Yer” Sergisinde, sergi mekanı merkezde yer alan hexagonal ayna ile anıtsal bir yapıya sahipmiş gibi izleyiciyi merkeze çekse de; izleyici odaklanmaya çalıştığında kendi bakışını, havada asılı olan resimlerin parça parça görünüşüne, boşluğa ve tekrar kendine yönlendirilmiş bulur. Her bir noktadan bakışın aynada yansımasıyla izleyecinin gözünde tekrar gerçekleşen farklı merkezler oluşmuş olur. Dahil olan her gözün tekrar tekrar gerçekleştirdiği edilgen olmayan yeni bir uzam zaman oluşur.



Foucault heterotopia kavramıyla, bir çok bölük pörçük olanaklı dünyanın “olanaksız bir mekân” da bir arada bulunmasını ya da, daha yalın bir biçimde, 

ortak olarak ölçülemeyeceği halde birbiriyle üst üste veya yan yana getirilmiş mekânları anlatır. 

Bahçe Sanat inisiyatifi düzenlediği bu mekanda, resimlerin yansıdığı izleyenin de kendini resimlerle ve boşlukla birlikte gördüğü ayna ile oluşan uzam, Foucault’nun hetorotopik mekanına yaklaşır.



Fotoğraflarda da gördüğünüz üzere nerede gerçek nerede zahiri görüntünün başladığı ya da bittiği anlaşılmayan mekan oluşumları var. 


 

Gördüğünüz görseller de bu anlamda mekanı fotoğraflayanın etken olarak mekanı yeniden oluşturduğu fotoğraflar oluyor.  


 Merkezde yapılandırılan eşkenar altıgen tabanlı prizmanın dikey yüzeyleri aynadan oluşturuldu. Bu kenarlara paralel olacak şekilde çok daha büyük bir altıgeni baz alan yüzeylere 2x2metrelik tuvaller içeriye aynaya bakacak şekilde yerleştirildi. Bu tuvaller herhangi bir yüzey üzerinde durmayıp havada asılı şekilde duruyorlar. 

Dışardan tuvallerin arkasının göründüğü(ve bu yüzden tepkilere de maruz kaldı, yine klasik sergileme anlayışı dışına çıkarak ‘görülmememesi’ gerekeni gösterdiğimiz için) kendi üzerine kapanmış bir mekan, bir ütopya mekanı bir ‘ada’ formu bir nevi.


Bahçe Sanat İnisiyatifinin doğaya duyarlılığını ve sergileme şekliyle aktarmaya çalıştığı kavramsal boyutları anlatmaya çalıştım. Klasik bir sergileme düzenini terk ettiğimiz her noktada direnişlerle karşılaştık tabi ki. Çok değerli sanatçı arkadaşlarımın değerli işlerinin klasik bir sergileme şeklinde bireysel olarak çok daha iyi bir şekilde sunulacağının farkındayız elbette. Ancak vermek istediğimiz, izleyiciye geçirmek istediğimiz duygular bunun çok ötesinde elbette.